Çocuklarını seven ülke
“Çocuklar, bugün 23 Nisan, 1920’de saltanata, padişahlığa son verilen, işgalcilere karşı mücadelenin taçlandığı, egemenliğin millete verildiği gün. Yeni Türkiye’nin kuruluş günü. 23 Nisan 1920’de açılan meclis Cumhuriyet’e, laik, egemen ve bağımsız bir ülkeye doğru atılan en ilerici adım.” İlkokul çağlarındaydık, 23 Nisan sabahı gösteriye çıkmadan önce beden eğitimi öğretmenimiz söylemişti bu cümleleri. 23 Nisanlar bahardır, öyle ki havanın sıcak olması beklendiği için genellikle kıyafetlerimiz şortlar, etekler ve kısa kollular olurdu. O 23 Nisan sabahından hatırladığım iki şey var; biri, 23 Nisan’da padişahlığa son vermek ve Cumhuriyet’i kurmak için bir Meclis kurulduğu, diğeri de bahar olmasına rağmen şort ve çiçekli bluzlarla çok üşüdüğümüz. Cumhuriyet’in çocuklar ile ilişkisinin anlamı büyük. Bu anlamın bu ülkenin çocuklarına devrettiği şey de öyle. Bugün yine bir 23 Nisan, bu yazıyı kaleme alan ben ve 90’larda 23 Nisanları yaşamış çocuklar, büyüdük. Bugün kutlanacak bir gün yok. Biraz umutsuz gelebilir ama ne egemen ne de çocuklar için bayram olabilecek bir ülkede yaşıyoruz. “90’larda var mıydı” diye soranlar olduğunu duyabiliyorum. Bu ülke kuruluşundan bu yana burjuva karakteri nedeniyle kuruluş değerlerini adım adım yitiren, kendi devrimine ihanet eden bir ülke. Kuruluş felsefesinde halk egemenliğine dayanan meclis, bugün yalnızca sermaye egemenliğini temsil ediyor. Halkın olan kaynaklar gasp edilip, sermayeye peşkeş çekiliyor, özelleştiriliyor. Kamusal alanlar başta yerel yönetimler olmak üzere sadece kârlılık hesabı yapılarak sermayeye açılıyor, her türlü kamusal hizmet piyasanın kurallarına tabi tutuluyor, dinci gerici vakıflar, tarikatlar kamu kaynaklarından beslenerek palazlandırılıyor. Emekçilerin köle gibi çalışmaya mahkum edildiği çalışma saatlerinden, alacakları üç kuruş asgari ücrete kadar tüm sömürü kararlarının altında, düzen partilerinin tümünün onayıyla, bu meclisin imzası var. Yani adlı adınca sermayenin imzası. 104 yıl sonra, adım adım, halkın egemen olduğu iddiasını taşıyan bu meclis sermaye egemenliği bayrağının dalgalandığı bir meclise dönüştü. Bugün TBMM patronların, saltanat ve hilafet özlemcilerinin doluştuğu bir yer. Peki ya çocuklar? 23 Nisan çocuklara armağan edilmiş bir gün. Patronların, çok uluslu tekellerin, sömürünün, tarikatların olduğu yerde egemenlik aranmıyorsa çocuklara bir gelecek beklemek de mümkün değil. Hatta, böyle bir ülkenin geleceği olmayacağı gibi çocuklarının bugünü de tehlike altındadır. Örneğin, bizim ülkemizin çocuk işçileri var. Henüz ilkokul çağında, çocuk bayramını kutlaması gereken çocuklarımız işçi. Birçoğu okul yüzü görmüyor, belki güneş yüzü bile. Erkenden büyüyorlar. Kayıtsız, korumasız çalıştırılıyor, sömürülüyor ve hatta ölüyorlar. Bizim ülkemizde her çocuk eğitim göremiyor. Parası olan çocuğunu kreşe, özel okula gönderebiliyor, parası olmayanın çocuğu ise tarikatların kucağına itiliyor. Çocuklar o tarikatlarda karanlığın pençesine hapsoluyor, şiddet görüyor, istismar ediliyor, çocuk yaşlarında evlendiriliyor. Bizim ülkemizde çocuklar bilimsel eğitim alamıyorlar. Devlet okullarında bile para konuşuyor, bir de imamlar. Sanattan, spordan uzak, uyuşturucuyla tanışıyorlar daha küçücük yaşta. Tarikatlar ne kadar akıllarını hapsediyorsa uyuşturucu o kadar hapsediyor körpe bedenlerini. Bizim ülkemizde çocuklar açlıkla talim ediliyor. Deprem yaşamış, evlerini kaybetmiş çocuklar yeterli gıdayı alamadıkları için büyüyemiyorlar, gelişemiyorlar. Çocuklarını aç ve sahipsiz bırakan, sömüren, çocuklarına çocukluğunu yaşatmayan bir ülkenin geleceği olur mu? Olmaz. O zaman geleceği yeniden kurmaya ihtiyacımız var. 23 Nisan 1920’de açılan Meclis saltanat ve hilafetten kurtulmamızın ve laik Cumhuriyet’e ulaşmamızın en önemli adımıydı. Bugün halkımızın yeni bir meclise ve Cumhuriyet’e ihtiyacı var. Sömürünün olmadığı, eşit, laik bir Cumhuriyet için patronlardan kurtulmaya ihtiyacı var. **** Geçtiğimiz hafta Küba Çocuk Tiyatrosu La Colmenita, “Küçük Arı’ları” İstanbul’da ağırladık. Kübalı çocuk tiyatrosu topluluğunun uzun ve etkili bir hikayesi var. ‘Küçük Arılar’, Raul Castro’nun izledikten sonra “sırf bunun için, Sierra Maestra’ya çıktığımıza değer ve yine sırf bunun için, gerekirse yeniden çıkmaya hazır olmalıyız” dediği bir topluluk. Belli ki Küba’daki anlamı büyük. Kalabalık bir ekiple 23 Nisan’da sahne almak için gelen çocuk tiyatro ekibi oldukça dikkat çekici. Geçtiğimiz hafta, yolu Kadıköy Nâzım Hikmet Kültür Merkezi’ne düşenler mutlaka kahkaha atan, aniden hep birlikte şarkı söyleyip, dans etmeye başlayan çocukları ve yetişkin eğitimcilerini görmüş ve gülümsemiştir. Evet, çocuklar nasıl olsa diye düşünüyor olabilirsiniz; heyecanlılar, neşeliler, şarkı söyleyip, dans ediyorlar. Mutlu ve özgüvenliler… Bu mutluluğun ve özgüvenin nedeni yalnızca çocuk olmalarından değil. Yaşadıkları ve büyüdükleri ülke, o ülkede çocuğun anlamı ve değeri, o mutluluğun önemli bir kaynağı. Birlikte kahvaltı yaptık, kahvaltıda onlara bizim ülkemizdeki çocukların sistem yüzünden eğitimden sağlığa ve beslenmeye kadar birçok sorunla karşı karşıya kaldıklarını anlattık. Yaşları 4 ile 17 arasında değişen Kübalı çocuklar şaşkınlıklarını gizleyemediler. Bir çocuğun eğitim ve sağlık problemi yaşaması aşina oldukları bir durum değil. Evet onların ülkesi abluka nedeniyle birçok başlıkta yoksunluk çekmek zorunda bırakılan, ekonomik zorluklarla boğuşan bir ülke ama yine de Küba’da çocuklar mutlu ve eşit. Sosyalizmde bir çocuğun eğitim, beslenme ve sağlık problemi olamayacağı gerçeğini o pırıl pırıl çocuklar yeniden hissettirdiler bize. Sonra topluluğun kurucularından Tin “Komünizm çocuklar gibidir, dedi. Çocuk gibi temiz, çocuk gibi açık ve gülümseyen…” Bu 23 Nisan’da Kübalı çocuklar bize önemli bir şeyi hatırlattı. Çocuklarını seven ülkenin ne demek olduğunu. Sosyalizmde eşit ve mutlu çocuklar var. Bizim de ihtiyacımız olan çocuklarını seven bir ülke.